Ömer
Seyfettin Türk Edebiyatı’nın en ünlü hikâyecisidir. Sade dil akımına büyük
ölçüde öncülük eden Ömer Seyfettin İstanbullu bir aileden 11 Mart 1884 yılında
Gönen’de doğmuştur.
Gönen
çocukluk öykülerinde büyük yer tutmuştur. Daha sonra Gönen’i 8-9 yaşlarında
bırakarak ailesiyle İstanbul’a gelmiştir. Mektebi Osmanî’sinde öğretim
gördükten sonra Askeri okullara girer. 19 yaşlarında Mektebi Harbiye-i
Şahane’den piyade teğmeni rütbesiyle mezun olmuştur. Seyfettin yazı hevesine de
burada başlar.
Yakorit’de
iken Selanik dergilerine, takma isimle yazılar gönderir. “Yeni Lisan” hakkındaki tasarılarını bildiren ünlü mektubunu burada
yazmıştır.
1910’da
askerlikten istifa etmiş ve serbest yazarlık hayatına başlamıştır. Genç
Kalemlerde Gökalp’ında katılımıyla bildiğimiz “Türkçü” edebiyat cephesi kurulmuştur. Ömer, bir yandan yeni lisanın
en güzel hikâyelerini verirken öte yandan Batı Taklitçisi, Türk düşmanı,
kozmopolit ve mason çevrelere ateş yağdıran bir dalaşma hamlesine girişmiştir.
Ömer
Seyfettin, askeri okulda Fransızca öğrenmiş ve kendisini iyi yetiştirmiştir.
Sezme, yaratma gücü itibariyle edebiyatımızın ender tanıdığı, hamleci, öncü
yazarlardan biridir.
Ömer
Seyfettin sade dil savunucularının başında gelir ve Ali Canip’e yazdığı bir
mektupta bunu şöyle belirtir:
“Arapça, Farsça terkiplerin hiç lüzumu yoktur. Bunlar ancak
süs içindir. Kimin gösterecek, teşhir edecek bir fikri yoksa onları çok
kullanmıştır. Eğer terkipler kaldırılırsa arıtmada büyük bir adım atılmış olmaz
mı? Bunu yalnızca başaramam. Geliniz Canip Bey edebiyatta lisanda bir ihtilal
vücuda getirelim. Ah büyük fikir, çalışma ve sebat ister.”
İşte
Ömer Seyfettin, kendinden önce bütün Tanzimatçıların düşünüp arzuladıkları
fakat yapamadıkları bu fikri uygulamak niteliğini göstermiştir.
Ömer
Seyfettin öyküyle birlikte şiir, makale türlerinde de eser vermiştir. Şiirleri
azdır ve bir gencin hevesinden öteye gidemez.
Makaleleri
heyecanlı, alaylı ve hislidir fakat Gökalp’ı andıran fikir sağlamlığına
özenmiştir.
Hikâyelerine
gelince Türk Edebiyatı’nın en önemli temsilcisidir ve Edebiyat tarihine böyle
geçmiştir. Kendisini sırf hikâyeye veren bir sanatçıdır. Onun eserlerinde
Fransız üstadı Maupassant tarzı vardır ve bu tarzın Türk Edebiyatı’ndaki en
önemli temsilcisidir.
Konu
bakımından hikâyelerinde giriş, düğüm ve çözüm gibi bütün ayrıntılara dikkat
edilen olayları işlemiştir. Konularını aldığı konular altı bölümde
incelenmiştir. Sizlere bu bölümden biraz bahsetmek istiyorum:
a)Çocukluğundan aldığı konular: Bu
konuları “Ant, Falaka, Kaşağı” hikâyelerinde görebilirsiniz.
b)Yakorit Sınır Bölüğü
ilhamlarıyla yazdıkları: Buradan ilham alarak yazdıklarını da “Bomba, Beyaz
Lale, Tuhaf Bir Zulüm” hikâyeleridir.
c)Türk savaş tarihinden çıkardığı
hikâyeleridir: Bu hikâyeler çok sevilen destanî hikâyelerdir. Forsa, Vire,
Başını Vermeyen Şehit, Pembe İncili Kaftan, Topuz ve Diyet hikâyeleri buna
örnektir.
d)Folklor ve Anadolu Efsanelerinden
çıkardıkları: Bu hikâyeler “Yüz Akı, Üç Nasihat, Kurumuz Ağaçlar”dır. Bu
hikâyeler Anadolu ve Rumeli Türkleri arasında dolaşan hikmetli kıssalardır.
e)Bir fikri savunmak veya yermek için
yazdığı hikâyelerdir: “Efruz Bey, Fon Sadriştayn’ın Oğlu, Kızılelma Neresi?
, Primo-Türk Çocuğu” hikâyelerini buna örnek verebiliriz.
f)Günlük hayattan alınmış hikâyeleri: Ömer
Seyfettin’in en gerçekçi olduğu belirtilen hikâyelerdir.
Kişiler
bakımından Seyfettin’in hikâyeleri zayıf görülmüştür. Bu hüküm siyasi tarzda
yazdığı öykülerde gerçek olabilir.
Çevre bakımından
İstanbul ve çevresini anlatmıştır. Yalnız şuna da değinmek gerekir ki İstanbul
dışına çıkan ilk hikâyecilerimizdendir.
Üslubu
bakımından onun hikâyelerinde şunlar görülür:
v
Konuşmaların doğallık sınırını aşmaması,
kişilerin, durum ve davranışlarına göre belirlenecek olması.
v
Sonuçta ortaya çıkacak olan beklenmedik durumun
düğüm sürecinde okurun şöyle böyle ilgisini çekecek kimi ipuçlarıyla
belirtildiği halde, yan olayla gözlenmesi.
v
Olay sergilenirken özellikle gerilim sağlayacak
sözcükler kullanması.
Seyfettin “Edebiyatsız edebiyat” peşinde koşmuş. Yani
süsten, şairanelikten, mecazdan, uzun cümlelerden uzak durmuştur.
Bu
yüzden birçok eleştiriye maruz kalmıştır. Hâlbuki Ahmet Mithat, Hüseyin Rahmi
gibi ona da “Üslupsuz” denilmesine rağmen en çok yaşayan ve sevilen yazar
olmuştur.
Hastalığı ve Vefatı
Ömer Seyfettin’in yorgunlukla
başlayan hastalığının belirtileri 1917’de ortaya çıktı. Geçen zaman içinde
üyesi bulunduğu Merkez-i Umumi’den ayrıldı, evine ve yazılarına kapandı. Bu
dönemde 10 kitap dolduran 125 hikâye yazdı. Hikâyeleri birçok dergide
yayımlandı. 25 Şubat 1920’de hastalığı artınca 4 Mart 1920’de hastaneye
kaldırıldı. 6 Mart 1920 günü burada hayata gözlerini yumdu. Ömer Seyfettin’in
hikâyeleri hala birçok kişi tarafından okunmakta, hikâyeleri ve yaşamı okul
kitaplarında ders olarak anlatılmaktadır. Üslubu ve yazdığı hikâyelerle kalıcı
bir yazar olmayı başarmıştır.
Kaynak: Türk
Edebiyatı 6.Baskı, Türk Edebiyatı Yayınları:2, Büyük Eserler Dizisi:1 syf.(82,
83, 84, 85), Çağdaş Türk Edebiyatı:2, Meşrutiyet Dönemi:2, Bilgi Yayınevi
syf.(39)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder