Hoşgeldiniz

Kim ne derse desin sözcükler ve düşünceler dünyayı değiştirebilir.

1 Ekim 2011 Cumartesi

İstiklâl Marşı için başvuran diğer şiirler


                İstiklal Marşı’nın nasıl ve hangi duygularla yazıldığını hepimiz biliyoruz. Yine İstiklal Marşı’na aday olan diğer şiirlere baktığımızda Kurtuluş Savaşı dönemini yansıttığını hepimiz görüyoruz. Şiirlerin genelinde Hak, kurtuluş, Türk’ü yüceltme konularına sık sık değinilmiş. Sizlerle İstiklal Marşı’na aday olan ve son oylamaya kalan altı şiiri paylaşmak istiyorum.

1.
Yıllarca altı cephede ateşle kanlara;
Türk'ün hilâl-ü dinine düşman olanlara;
Ceddin o; Yıldırım gibi saldın zaman zaman
Yüksek başın eğilmedi bir art cihanlara

Ey kahramanlar ordusu, ey yıldırım-Şitab.
Göster cihan-ı mağribe bir kanlı inkılab

Ey mazi-i havariki bin destan olan;
Garbın zalam-ı zulmüne yüz yıl kılınç salan
Arslan yürekli ordu; demir giy; silah kuşan!
Zira hududu kapladı ateşle kan, duman.

Ey kahramanlar ordusu, ey yıldırım - Şitab,
Göster cihan-ı mağribe bir şanlı inkılab!

Arslan mücahid ordusu, ey haris-i salah
Destinde seyf-i hak gibi pek şanlı bir silah
Açtın sema-yi millete pür-nûr bir sabah.
Atî bizim... bizim artık vatan, zafer, felah.

Ey kahramanlar ordusu; ey yıldırım - Şitab.
Göster cihan-ı mağribe bir şanlı inkılab

Mehmet Muhsin

                Yukarda belirttiğim gibi şiirde genellikle ordunun gücünün ön planda olduğunu görüyoruz.
Ey kahramanlar ordusu; ey yıldırım – Şitab derken ordunun çevikliği ve gücü sık sık dile getirilmiş.
2.
Altı bin yıl efendilik yaptın,
"Kahraman Türk" idi cihanda adın.
Bir ateşten siperdin İslam'a
Sönmeyen bir güneş gibi yaşadın.

Ey büyük ünlü milletim ileri!
Hasmına çiğnetme koş bu şanlı yeri!
Düşmanın bir cihansa dostun
Hak Hakkın elbette müstakil yaşamak

Atıl, ez, vur, senindir istiklâl
Ebedî parlasın şu al bayrak...
Ey benim şanlı milletim ileri;
Ele çiğnetme koş bu ülkeleri!

M.
(Bursa Milletvekili Muhittin Baha Bey yarışmaya 'M' rumuzu ile katıldı. Müzakereler esnasında şiirini geri çekti.)
                1. şiirde olduğu gibi bu şiirde de Türk ordusunun yüceltildiğini ve Türk ordusuna kurtuluş için savaşılması gerektiği dile getiriliyor.  Ayrıca şiirde dikkat ettiğim diğer unsurlardan biride sade ve anlaşılır bir Türkçeyle yazılmış olmasıdır.

3.
Ey Müslüman, ey Türk oğlu
Açıldı istiklâl yolu
Benim bu son günlerimdir,
Diyor bize Anadolu.

Çek sancağı Türk ordusu
Olmaz Türk'ün can korkusu
Esarete dayanır mı
Türk vatanı, Türk namusu?

Bu son savaş bize farzdır,
Fırsatımız gayet azdır,
Muzaffer ol da ey millet
Altın ile tarih yazdır.

Birleşelim özümüzden,
Dönmeyelim sözümüzden,
Hem silelim bu lekeyi,
Tarihteki yüzümüzden.

İskender Haki
                3. şiirimizde Anadolu’nun kişileştirilerek Türklere seslendiği dile getirilmiş. 2. Kıtada yine Türk ordusuna değiniliyor. 3. Kıtada kurtuluşun artık gerekli olduğu alınması gerektiği ve kurtuluş kazanıldığında tarihe altın harflerle yazılacağı üzerinde durulmuş. 4. Kıtaya gelince birlik ve beraberlikle, geçmişte ki değerlerimizi kaybetmeyerek kurtuluşun alınması gerektiği belirtilmiş. Ayrıca bu şiirimizin de 2. Şiir gibi sade ve anlaşılabilir bir dille yazıldığını görüyoruz.
4.
Göz yaşına veda et
Ey güzel Anadolu!
Hakkını korur elbet
Türk'ün bükülmez kolu

Cenk ederiz genç, koca
Bugün değil, yarın da
Yadımız ağladıkça
İzmir ezanlarında.

Hak yolunda kan olur,
Dünyalara taşarız;
Ya şerefle vurulur,
Ya efendi yaşarız.

Her gün yeni bir hile
Arkasından satıldık;
Her gün yeni bir dille
Yurdumuzdan atıldık

Yeter, ey Ka'be'mizi
Elimizden alanlar
Alıkoyamaz bizi
Yolumuzdan yalanlar.

Hangi alçak el alır,
El zinciri boynuna?
Kim Yunan'ı bırakır
Türk kızının koynuna?

Kemalettin Kamu

                2 ve 3. Şiirlerimizde olduğu gibi Kemalettin Kamu tarafından ele alınan 4. Şiirimizde sade bir dille yazılmıştır. Zaten bilindiği üzere Kemalettin Kamu Milli Edebiyat akımına bağlı kalmış ve sade bir dille gurbet, vatan sevgisi üzerine şiirler yazmıştı. 4. Şiirimize gelince, şiir Türkleri yücelmekte ve Hak kavramına yer vermektedir. Türkün yenilemeyeceğine ve Türklerin özgürlük kavramına yer verilmiştir.

5.
Millet aşkı, din aşkı, vatan aşkı uyansın
Yurdumuza göz dikenler al kanlara boyansın
Ya ben ya onlar diyen silâhına dayansın

Türk oğludur bu millet
Türk'ündür bu memleket
Türk oğludur bu millet
Türk'ündür bu memleket

Düşman gözü tutamaz yanar dağlar başını
Bağrımızda saklarız vatanın her taşını
Yurdumuza yan bakan döker gözün yaşını

Türk oğludur bu millet
Türk'ündür bu memleket
Türk oğludur bu millet
Türk'ündür bu memleket

Can veririz her zaman hürriyet yoluna
‘Ya gazi, ya şehid’lik ne devlettir kuluna
Ata emanet etmiş namusunu oğluna

Bize Türk oğlu derler
Hep bizimdir bu yerler

A.S.
                5. şiirin şairini araştırmama rağmen hiçbir yerde bulamadım. Sadece şiiri alınıp eklenmiş. Şairini sizlere aktarmak isterdim. Diğer 3 şiir gibi bu şiirde şair tarafından sade bir dille ele alınmış. Şiirde Türklük yüceltilmekte, Türkiye’nin Türklere ait olduğu belirtilmektedir. Türklerin şehitlik ve gazilik düşüncesiyle özgürlük için ölecekleri belirtilmiştir.

6.
Türk'ün evvelce büyük bir pederi
Çekti sancağı hilâl-i sehari
Kanımızla boyadık bahr ü berri
Böyle aldık bu güzel ülkeleri

İleri, arş ileri, arş ileri
Geri kalsın vatanın kahpeleri

Seni ihya için ey nâmı büyük
Vatanın uğruna öldük öldük
Ne büyük kaldı bu yolda ne küçük
Siper oldu sana dağlar gibi Türk

Yürü ey milletin efradı yürü
Ak süt emmiş vatan evlâdı yürü

Vatan evlâdını kurban edeli
Milletin hür yaşamaktır emeli
Veremez kimseye bir Çamlıbeli
Bağlanır mı acaba Türk'ün eli

İleri, arş ileri, arş ileri
Çiğnenir çünkü kalan yolda geri.

Hüseyin Suad

                Hüseyin Suad’ın ele aldığı 6. Şiirde Türklerin özgürlüğüne, vatana ihanet edenlerin geri kalacağına, Kurtuluş Savaşı’nın nasıl ve ne şartlarda gerçekleştiğine yer verilmiş.

                Sizlerle İstiklal Marşı dışında son oylamaya kalan şiirleri paylaştım ve elimden geldiğince yorumlamaya çalıştım. Genel itibariyle görüyoruz ki konuların çoğu savaş, Türk ordusunun gücü, vatan sevgisi, din ve Hak konularını ele alıyor, Türklerin önemli değerleri için savaşacağını belirtiyor. Yorumlarımda hatam varsa affınıza sığınıyorum. Sağlıcakla kalın.

Jacques Prévert


                Jacques Prévert, 4 Şubat 1900’da Fransa’nın Neuilly-sur-Seine kentinde doğmuştur.  Palores adlı yapıtında ki kelime oyunlarıyla büyük ün kazanmıştır. Toplumsal umut ve aşk üzerine baladlarıyla tanınmış, 1930'ların ve 1940'ların önde gelen senaryo yazarlarından olmuştur. Prévert’te doğa sevgisi adeta yer etmiştir. Ve şiirlerini doğanın diliyle aktarmıştır. La Fontaine etkisi büyük ölçüde görülür. Kimi zaman iki salyangozla yazar şiirini kimi zaman kar küreyicilerinin arasında belli eder kendini… Bir sınıftaki çocukla pencereye konan bir kuşu ele alır ve ikisinden çok şey çıkarır. Şiirlerinde kendi kendine konuşma havası da vardır. Sabahattin Eyüboğlu, Prévert’in şiirlerini çevirdikten sonra şöyle açıklar:
“Prévert’si ozanlar Fransız Edebiyatı’nın çağdan çağa gelişen ve Fransız halkının bam teline dokunan kanadıdır.”, der ve bu sözünden sonra La Fontaine, Villon ve Verliane’i örnek verdikten sonra devam eder:
“Başlarına uyruk, uçarı, haşarıdır hepsi. Ele avuca sığmaz, bağlasan durmaz, kural mural dinlemez, hiçbiri zora, Tanrı zoruna bile boyun eğmezler. Yalnız sevgi dizginleyebilir onları ama sevgide dizgin nedir bilmez.”, diyerek devam eder ve Prévert çevirilerini büyük bir istekle yaptığını şu sözleriyle belirtir: “Prévert’i Türkçe söylemeye çalışmak büyük bir zevk oldu benim için.”
                Eyüboğlu’nun belirttiği gibi her ne kadar yazması zevk vermişse okuması da o kadar keyiflidir. Prévert’in Türkçeye çevrilmiş şiirleri “Şiirler(1963), Seçme Şiirler(1980)” olarak yayımlanmıştır. Türkçeye çevrilmiş diğer yapıtları arasında “Sisler Rıhtımı, Haylaz Çocuklara Öyküler, Ay Operası, Harikalar Tablosu, Cin Sıpa” sayılabilir. Sanıyorum Prévert’in en bilinen şiiri Paris At Night’tır ve şiir şöyledir:
Üç kibrit çaktım karanlıkta arka arkaya
Birincisi yüzünü görmek için toptan
İkincisi gözlerini görmek için
Üçüncüsü ağzını görmek için
Sonra kararttım dünyayı
Hatırlamak için bütün bunları
Kollarımda sıkarak seni. “
                Elimden geldiği kadarıyla Fransız şairi Jacques Prévert’i sizlere tanıtmaya çalıştım. Ve yine yazımı şairin “Gelişi Güzel” şiirinden bir bölümle bitirmek istiyorum. Şiirinden saygıdan büyük ölçüde söz etmektedir ve beşinci satırında şöyle demektedir:

“Ayakkabıcıya çizmeden yukarısı yoksa müneccime dürbünden ilerisi, yazara da edebiyattan ötesi yok.”


Tugay Özdemir 


Kaynak: Vikipedi, Şiirler.

Ömer Seyfettin ve Hikâyeciliği


                Ömer Seyfettin Türk Edebiyatı’nın en ünlü hikâyecisidir. Sade dil akımına büyük ölçüde öncülük eden Ömer Seyfettin İstanbullu bir aileden 11 Mart 1884 yılında Gönen’de doğmuştur.
                Gönen çocukluk öykülerinde büyük yer tutmuştur. Daha sonra Gönen’i 8-9 yaşlarında bırakarak ailesiyle İstanbul’a gelmiştir. Mektebi Osmanî’sinde öğretim gördükten sonra Askeri okullara girer. 19 yaşlarında Mektebi Harbiye-i Şahane’den piyade teğmeni rütbesiyle mezun olmuştur. Seyfettin yazı hevesine de burada başlar.
                Yakorit’de iken Selanik dergilerine, takma isimle yazılar gönderir. “Yeni Lisan” hakkındaki tasarılarını bildiren ünlü mektubunu burada yazmıştır.
                1910’da askerlikten istifa etmiş ve serbest yazarlık hayatına başlamıştır. Genç Kalemlerde Gökalp’ında katılımıyla bildiğimiz “Türkçü” edebiyat cephesi kurulmuştur. Ömer, bir yandan yeni lisanın en güzel hikâyelerini verirken öte yandan Batı Taklitçisi, Türk düşmanı, kozmopolit ve mason çevrelere ateş yağdıran bir dalaşma hamlesine girişmiştir.
                Ömer Seyfettin, askeri okulda Fransızca öğrenmiş ve kendisini iyi yetiştirmiştir. Sezme, yaratma gücü itibariyle edebiyatımızın ender tanıdığı, hamleci, öncü yazarlardan biridir.
                Ömer Seyfettin sade dil savunucularının başında gelir ve Ali Canip’e yazdığı bir mektupta bunu şöyle belirtir:
“Arapça, Farsça terkiplerin hiç lüzumu yoktur. Bunlar ancak süs içindir. Kimin gösterecek, teşhir edecek bir fikri yoksa onları çok kullanmıştır. Eğer terkipler kaldırılırsa arıtmada büyük bir adım atılmış olmaz mı? Bunu yalnızca başaramam. Geliniz Canip Bey edebiyatta lisanda bir ihtilal vücuda getirelim. Ah büyük fikir, çalışma ve sebat ister.”
                İşte Ömer Seyfettin, kendinden önce bütün Tanzimatçıların düşünüp arzuladıkları fakat yapamadıkları bu fikri uygulamak niteliğini göstermiştir.

                Ömer Seyfettin öyküyle birlikte şiir, makale türlerinde de eser vermiştir. Şiirleri azdır ve bir gencin hevesinden öteye gidemez.
                Makaleleri heyecanlı, alaylı ve hislidir fakat Gökalp’ı andıran fikir sağlamlığına özenmiştir.
                Hikâyelerine gelince Türk Edebiyatı’nın en önemli temsilcisidir ve Edebiyat tarihine böyle geçmiştir. Kendisini sırf hikâyeye veren bir sanatçıdır. Onun eserlerinde Fransız üstadı Maupassant tarzı vardır ve bu tarzın Türk Edebiyatı’ndaki en önemli temsilcisidir.

                Konu bakımından hikâyelerinde giriş, düğüm ve çözüm gibi bütün ayrıntılara dikkat edilen olayları işlemiştir. Konularını aldığı konular altı bölümde incelenmiştir. Sizlere bu bölümden biraz bahsetmek istiyorum:
                a)Çocukluğundan aldığı konular: Bu konuları “Ant, Falaka, Kaşağı” hikâyelerinde görebilirsiniz.
                b)Yakorit Sınır Bölüğü ilhamlarıyla yazdıkları: Buradan ilham alarak yazdıklarını da “Bomba, Beyaz Lale, Tuhaf Bir Zulüm” hikâyeleridir.
                c)Türk savaş tarihinden çıkardığı hikâyeleridir: Bu hikâyeler çok sevilen destanî hikâyelerdir. Forsa, Vire, Başını Vermeyen Şehit, Pembe İncili Kaftan, Topuz ve Diyet hikâyeleri buna örnektir.
                d)Folklor ve Anadolu Efsanelerinden çıkardıkları: Bu hikâyeler “Yüz Akı, Üç Nasihat, Kurumuz Ağaçlar”dır. Bu hikâyeler Anadolu ve Rumeli Türkleri arasında dolaşan hikmetli kıssalardır.
                e)Bir fikri savunmak veya yermek için yazdığı hikâyelerdir: “Efruz Bey, Fon Sadriştayn’ın Oğlu, Kızılelma Neresi? , Primo-Türk Çocuğu” hikâyelerini buna örnek verebiliriz.
                f)Günlük hayattan alınmış hikâyeleri: Ömer Seyfettin’in en gerçekçi olduğu belirtilen hikâyelerdir.

                Kişiler bakımından Seyfettin’in hikâyeleri zayıf görülmüştür. Bu hüküm siyasi tarzda yazdığı öykülerde gerçek olabilir.
                Çevre bakımından İstanbul ve çevresini anlatmıştır. Yalnız şuna da değinmek gerekir ki İstanbul dışına çıkan ilk hikâyecilerimizdendir.
                Üslubu bakımından onun hikâyelerinde şunlar görülür:
v  Konuşmaların doğallık sınırını aşmaması, kişilerin, durum ve davranışlarına göre belirlenecek olması.
v  Sonuçta ortaya çıkacak olan beklenmedik durumun düğüm sürecinde okurun şöyle böyle ilgisini çekecek kimi ipuçlarıyla belirtildiği halde, yan olayla gözlenmesi.
v  Olay sergilenirken özellikle gerilim sağlayacak sözcükler kullanması.
Seyfettin “Edebiyatsız edebiyat” peşinde koşmuş. Yani süsten, şairanelikten, mecazdan, uzun cümlelerden uzak durmuştur.
                Bu yüzden birçok eleştiriye maruz kalmıştır. Hâlbuki Ahmet Mithat, Hüseyin Rahmi gibi ona da “Üslupsuz” denilmesine rağmen en çok yaşayan ve sevilen yazar olmuştur.
Hastalığı ve Vefatı        
Ömer Seyfettin’in yorgunlukla başlayan hastalığının belirtileri 1917’de ortaya çıktı. Geçen zaman içinde üyesi bulunduğu Merkez-i Umumi’den ayrıldı, evine ve yazılarına kapandı. Bu dönemde 10 kitap dolduran 125 hikâye yazdı. Hikâyeleri birçok dergide yayımlandı. 25 Şubat 1920’de hastalığı artınca 4 Mart 1920’de hastaneye kaldırıldı. 6 Mart 1920 günü burada hayata gözlerini yumdu. Ömer Seyfettin’in hikâyeleri hala birçok kişi tarafından okunmakta, hikâyeleri ve yaşamı okul kitaplarında ders olarak anlatılmaktadır. Üslubu ve yazdığı hikâyelerle kalıcı bir yazar olmayı başarmıştır.

Kaynak: Türk Edebiyatı 6.Baskı, Türk Edebiyatı Yayınları:2, Büyük Eserler Dizisi:1 syf.(82, 83, 84, 85), Çağdaş Türk Edebiyatı:2, Meşrutiyet Dönemi:2, Bilgi Yayınevi syf.(39)

Popüler Yayınlar