Hoşgeldiniz

Kim ne derse desin sözcükler ve düşünceler dünyayı değiştirebilir.

26 Kasım 2011 Cumartesi

Okuduğum kitaptan alıntılar "Öyküler - Edgar Allan Poe"


  • İntikam alana bir ceza gelmişse o intikam alınmış sayılmaz.
  • İntikam alan kişi kendisine karşı yalnız bir şey yapan kişiye intikamını hissettirmezse yine intikam alınmış olmaz. (Edgar Allan Poe/ Öyküler - Amontillado Fıçısı s.14)
  • Ama yarın öleceğim için bugün ruhumun yükünden kurtulmam gerek.(Edgar Allan Poe/Öyküler - Kara Kedi s.22)
  • Kim yüzlerce kez sadece yapmaması gerektiğini bildiği için kötü ya da budalaca bir hareketi yapmaktan kaçınmıştır ki?
  • Yasa olarak bildiğimiz şeyi sağduyumuza rağmen sürekli çiğnemek için hangimizin içinde bir eğilim yoktur? (Edgar Allan Poe/Öyküler - Kara Kedi syf.25)
  • Bir anlık bir ömrü kalanın gizleyecek bir şeyi yoktur. Alys (Edgar Allan Poe/Öyküler - Şişeden Çıkan Mektup syf.40)
  • En umursamaz kimselerin yüreklerinde bile duygusuz olmayan noktalar vardır. Yaşamında ölümünde birbirinden farksız şakalar olduğu o tümden kayıp kişiler için bile şaka edilmeyecek konular vardır. (Edgar Allan Poe/Öyküler - Kızıl Ölümün Maskesi s.37)
  • İnsan zekasının başka bir insan zekasının çözemeyeceği bir bulmaca yaratabileceğine inanmam.(Edgar Allan Poe/Öyküler - Altın Böcek s.117)

1 Kasım 2011 Salı

Okuduğum kitaptan alıntılar "Saatleri Ayarlama Enstitüsü-Ahmet Hamdi Tanpınar"


       Merhaba arkadaşlar okuduğum kitaplardan not almaya başladım ve güzel kitaplardan çok güzel notlar çıkıyor. Bunları sizinle paylaşmak istiyorum. Hem kitabı tanıtma açısından hem de kitabın konusunu öğrenmeniz açısından faydalı olacağını düşünüyorum. İlk not almaya başladığım kitaptan başladım ve iyi ki bu kitapla birlikte başlamışım. Saatleri Ayarlama Enstitüsü zevkle, kafa karıştırmadan ve akıcı şekilde okunacak bir kitap. Eğer sizde daha okumadıysanız hiç vakit kaybetmeyin. 



  •                 Hepimiz ömrümüzün kısalığından şikâyet ederiz; fakat gün denen şeyi bir an evvel ve farkına varmadan harcamak için neler yapmayız? ( s.28)
  •                 Dinlemesini biliyorsun, ki bu mühim bir meziyettir. Hiçbir şeye yaramasa bile insanın boşluğunu örter, karşısındakiyle aynı seviyeye çıkarır.( s.36)
  •                 Bu daima böyledir. Hadiseler kendiliğinden unutulmaz. Onları unutturan tesirlerini hafifleten, varsa kabahatlerini affettiren daima öbür hadiselerdir.( s.60)
  •                 Her insan ne kadar müspet yaradılışta olursa olsun ölümünden sonra tekrar dirilmeyi düşünür, özler. Bu hayat dediğimiz mihnetler silsilesinin çok ileri zamana, müpheme atılmış bir mükâfatı gibidir. En müsait ve daima kazanacak kâğıtlarla oynanan bir oyun gibi, yeniden adeta baştan aşağı beğenmemek, inkâr etmek, değiştiğinden dolayı sevinmek için kalmışa benzeyen küçük bir mazi şuurundan başka her şeyi, her tarafı değişmek, güzelleşmek şartıyla tekrar yaşamak insanlığın elbette vazgeçemeyeceği bir hülyadır.( s.66)
  •                 Kitaplara bakarsanız, kendilerini dinlerseniz insanoğlunun esas vasfı akıldır. Onun sayesinde diğer hayvanlardan ayrılır. ( s.80)
  •                 İnsan neyi anlatabilir? İnsan insana, insanlara hangi derdini anlatabilir? Yıldızlar birbiriyle konuşabilir, insan insanla konuşamaz. ( s.109)
  •                 İnsanoğlu insanoğlunun cehennemidir. Bizi öldürecek belki yüzlerce hastalık, yüzlerce vaziyet vardır. Fakat başkasının yerini hiçbiri alamaz. ( s.175)
  •                 Biz fakirler böyleyizdir. Kader sarayında bizim işlere bakan büro hiç şaşmaz, ihmal etmez. Zihnimizden geçen en uzak, en masum ihtimallerin, sadece şiddet ile ret için düşündüğümüz şeylerin bile ceremesini öderiz. ( s.189)
  •                 Sabır, insanoğlunun tek kalesidir.( s.201)
  •                 …başlamak, başarmaktır. ( s.242)
  •                 İçten gelen her şey doğrudur. ( s.241)
  •                 Hele hiddetin değiştirdiği insan yüzü! Öyle kendinden çıkıyor, öyle katılaşıyor ki insan… Dünyada bundan kötü, iğrenç bir şey olamaz.( s.286)
  •                 Tecrübe sahibi olmak demek yıpratılmış olmak, muayyen hudutta ve muayyen fikirlerde donmuş olmak demektir. ( s.311)
  •                 Ben aşktan daima kaçtım. Hiç sevmedim. Belki bir eksiğim oldu. Fakat rahatım. Aşkın kötü tarafı insanlar verdiği zevki eninde sonunda ödetmesidir. Şu veya bu şekilde… Fakat daima ödersiniz. Hiçbir şey olmasa, bir insanın hayatına lüzumundan fazla girersiniz ki bundan daha korkunç bir şey olamaz…( s.319)
  •                 Yaratmak, yaşamanın ta kendisidir. ( s.336)                

1 Ekim 2011 Cumartesi

İstiklâl Marşı için başvuran diğer şiirler


                İstiklal Marşı’nın nasıl ve hangi duygularla yazıldığını hepimiz biliyoruz. Yine İstiklal Marşı’na aday olan diğer şiirlere baktığımızda Kurtuluş Savaşı dönemini yansıttığını hepimiz görüyoruz. Şiirlerin genelinde Hak, kurtuluş, Türk’ü yüceltme konularına sık sık değinilmiş. Sizlerle İstiklal Marşı’na aday olan ve son oylamaya kalan altı şiiri paylaşmak istiyorum.

1.
Yıllarca altı cephede ateşle kanlara;
Türk'ün hilâl-ü dinine düşman olanlara;
Ceddin o; Yıldırım gibi saldın zaman zaman
Yüksek başın eğilmedi bir art cihanlara

Ey kahramanlar ordusu, ey yıldırım-Şitab.
Göster cihan-ı mağribe bir kanlı inkılab

Ey mazi-i havariki bin destan olan;
Garbın zalam-ı zulmüne yüz yıl kılınç salan
Arslan yürekli ordu; demir giy; silah kuşan!
Zira hududu kapladı ateşle kan, duman.

Ey kahramanlar ordusu, ey yıldırım - Şitab,
Göster cihan-ı mağribe bir şanlı inkılab!

Arslan mücahid ordusu, ey haris-i salah
Destinde seyf-i hak gibi pek şanlı bir silah
Açtın sema-yi millete pür-nûr bir sabah.
Atî bizim... bizim artık vatan, zafer, felah.

Ey kahramanlar ordusu; ey yıldırım - Şitab.
Göster cihan-ı mağribe bir şanlı inkılab

Mehmet Muhsin

                Yukarda belirttiğim gibi şiirde genellikle ordunun gücünün ön planda olduğunu görüyoruz.
Ey kahramanlar ordusu; ey yıldırım – Şitab derken ordunun çevikliği ve gücü sık sık dile getirilmiş.
2.
Altı bin yıl efendilik yaptın,
"Kahraman Türk" idi cihanda adın.
Bir ateşten siperdin İslam'a
Sönmeyen bir güneş gibi yaşadın.

Ey büyük ünlü milletim ileri!
Hasmına çiğnetme koş bu şanlı yeri!
Düşmanın bir cihansa dostun
Hak Hakkın elbette müstakil yaşamak

Atıl, ez, vur, senindir istiklâl
Ebedî parlasın şu al bayrak...
Ey benim şanlı milletim ileri;
Ele çiğnetme koş bu ülkeleri!

M.
(Bursa Milletvekili Muhittin Baha Bey yarışmaya 'M' rumuzu ile katıldı. Müzakereler esnasında şiirini geri çekti.)
                1. şiirde olduğu gibi bu şiirde de Türk ordusunun yüceltildiğini ve Türk ordusuna kurtuluş için savaşılması gerektiği dile getiriliyor.  Ayrıca şiirde dikkat ettiğim diğer unsurlardan biride sade ve anlaşılır bir Türkçeyle yazılmış olmasıdır.

3.
Ey Müslüman, ey Türk oğlu
Açıldı istiklâl yolu
Benim bu son günlerimdir,
Diyor bize Anadolu.

Çek sancağı Türk ordusu
Olmaz Türk'ün can korkusu
Esarete dayanır mı
Türk vatanı, Türk namusu?

Bu son savaş bize farzdır,
Fırsatımız gayet azdır,
Muzaffer ol da ey millet
Altın ile tarih yazdır.

Birleşelim özümüzden,
Dönmeyelim sözümüzden,
Hem silelim bu lekeyi,
Tarihteki yüzümüzden.

İskender Haki
                3. şiirimizde Anadolu’nun kişileştirilerek Türklere seslendiği dile getirilmiş. 2. Kıtada yine Türk ordusuna değiniliyor. 3. Kıtada kurtuluşun artık gerekli olduğu alınması gerektiği ve kurtuluş kazanıldığında tarihe altın harflerle yazılacağı üzerinde durulmuş. 4. Kıtaya gelince birlik ve beraberlikle, geçmişte ki değerlerimizi kaybetmeyerek kurtuluşun alınması gerektiği belirtilmiş. Ayrıca bu şiirimizin de 2. Şiir gibi sade ve anlaşılabilir bir dille yazıldığını görüyoruz.
4.
Göz yaşına veda et
Ey güzel Anadolu!
Hakkını korur elbet
Türk'ün bükülmez kolu

Cenk ederiz genç, koca
Bugün değil, yarın da
Yadımız ağladıkça
İzmir ezanlarında.

Hak yolunda kan olur,
Dünyalara taşarız;
Ya şerefle vurulur,
Ya efendi yaşarız.

Her gün yeni bir hile
Arkasından satıldık;
Her gün yeni bir dille
Yurdumuzdan atıldık

Yeter, ey Ka'be'mizi
Elimizden alanlar
Alıkoyamaz bizi
Yolumuzdan yalanlar.

Hangi alçak el alır,
El zinciri boynuna?
Kim Yunan'ı bırakır
Türk kızının koynuna?

Kemalettin Kamu

                2 ve 3. Şiirlerimizde olduğu gibi Kemalettin Kamu tarafından ele alınan 4. Şiirimizde sade bir dille yazılmıştır. Zaten bilindiği üzere Kemalettin Kamu Milli Edebiyat akımına bağlı kalmış ve sade bir dille gurbet, vatan sevgisi üzerine şiirler yazmıştı. 4. Şiirimize gelince, şiir Türkleri yücelmekte ve Hak kavramına yer vermektedir. Türkün yenilemeyeceğine ve Türklerin özgürlük kavramına yer verilmiştir.

5.
Millet aşkı, din aşkı, vatan aşkı uyansın
Yurdumuza göz dikenler al kanlara boyansın
Ya ben ya onlar diyen silâhına dayansın

Türk oğludur bu millet
Türk'ündür bu memleket
Türk oğludur bu millet
Türk'ündür bu memleket

Düşman gözü tutamaz yanar dağlar başını
Bağrımızda saklarız vatanın her taşını
Yurdumuza yan bakan döker gözün yaşını

Türk oğludur bu millet
Türk'ündür bu memleket
Türk oğludur bu millet
Türk'ündür bu memleket

Can veririz her zaman hürriyet yoluna
‘Ya gazi, ya şehid’lik ne devlettir kuluna
Ata emanet etmiş namusunu oğluna

Bize Türk oğlu derler
Hep bizimdir bu yerler

A.S.
                5. şiirin şairini araştırmama rağmen hiçbir yerde bulamadım. Sadece şiiri alınıp eklenmiş. Şairini sizlere aktarmak isterdim. Diğer 3 şiir gibi bu şiirde şair tarafından sade bir dille ele alınmış. Şiirde Türklük yüceltilmekte, Türkiye’nin Türklere ait olduğu belirtilmektedir. Türklerin şehitlik ve gazilik düşüncesiyle özgürlük için ölecekleri belirtilmiştir.

6.
Türk'ün evvelce büyük bir pederi
Çekti sancağı hilâl-i sehari
Kanımızla boyadık bahr ü berri
Böyle aldık bu güzel ülkeleri

İleri, arş ileri, arş ileri
Geri kalsın vatanın kahpeleri

Seni ihya için ey nâmı büyük
Vatanın uğruna öldük öldük
Ne büyük kaldı bu yolda ne küçük
Siper oldu sana dağlar gibi Türk

Yürü ey milletin efradı yürü
Ak süt emmiş vatan evlâdı yürü

Vatan evlâdını kurban edeli
Milletin hür yaşamaktır emeli
Veremez kimseye bir Çamlıbeli
Bağlanır mı acaba Türk'ün eli

İleri, arş ileri, arş ileri
Çiğnenir çünkü kalan yolda geri.

Hüseyin Suad

                Hüseyin Suad’ın ele aldığı 6. Şiirde Türklerin özgürlüğüne, vatana ihanet edenlerin geri kalacağına, Kurtuluş Savaşı’nın nasıl ve ne şartlarda gerçekleştiğine yer verilmiş.

                Sizlerle İstiklal Marşı dışında son oylamaya kalan şiirleri paylaştım ve elimden geldiğince yorumlamaya çalıştım. Genel itibariyle görüyoruz ki konuların çoğu savaş, Türk ordusunun gücü, vatan sevgisi, din ve Hak konularını ele alıyor, Türklerin önemli değerleri için savaşacağını belirtiyor. Yorumlarımda hatam varsa affınıza sığınıyorum. Sağlıcakla kalın.

Jacques Prévert


                Jacques Prévert, 4 Şubat 1900’da Fransa’nın Neuilly-sur-Seine kentinde doğmuştur.  Palores adlı yapıtında ki kelime oyunlarıyla büyük ün kazanmıştır. Toplumsal umut ve aşk üzerine baladlarıyla tanınmış, 1930'ların ve 1940'ların önde gelen senaryo yazarlarından olmuştur. Prévert’te doğa sevgisi adeta yer etmiştir. Ve şiirlerini doğanın diliyle aktarmıştır. La Fontaine etkisi büyük ölçüde görülür. Kimi zaman iki salyangozla yazar şiirini kimi zaman kar küreyicilerinin arasında belli eder kendini… Bir sınıftaki çocukla pencereye konan bir kuşu ele alır ve ikisinden çok şey çıkarır. Şiirlerinde kendi kendine konuşma havası da vardır. Sabahattin Eyüboğlu, Prévert’in şiirlerini çevirdikten sonra şöyle açıklar:
“Prévert’si ozanlar Fransız Edebiyatı’nın çağdan çağa gelişen ve Fransız halkının bam teline dokunan kanadıdır.”, der ve bu sözünden sonra La Fontaine, Villon ve Verliane’i örnek verdikten sonra devam eder:
“Başlarına uyruk, uçarı, haşarıdır hepsi. Ele avuca sığmaz, bağlasan durmaz, kural mural dinlemez, hiçbiri zora, Tanrı zoruna bile boyun eğmezler. Yalnız sevgi dizginleyebilir onları ama sevgide dizgin nedir bilmez.”, diyerek devam eder ve Prévert çevirilerini büyük bir istekle yaptığını şu sözleriyle belirtir: “Prévert’i Türkçe söylemeye çalışmak büyük bir zevk oldu benim için.”
                Eyüboğlu’nun belirttiği gibi her ne kadar yazması zevk vermişse okuması da o kadar keyiflidir. Prévert’in Türkçeye çevrilmiş şiirleri “Şiirler(1963), Seçme Şiirler(1980)” olarak yayımlanmıştır. Türkçeye çevrilmiş diğer yapıtları arasında “Sisler Rıhtımı, Haylaz Çocuklara Öyküler, Ay Operası, Harikalar Tablosu, Cin Sıpa” sayılabilir. Sanıyorum Prévert’in en bilinen şiiri Paris At Night’tır ve şiir şöyledir:
Üç kibrit çaktım karanlıkta arka arkaya
Birincisi yüzünü görmek için toptan
İkincisi gözlerini görmek için
Üçüncüsü ağzını görmek için
Sonra kararttım dünyayı
Hatırlamak için bütün bunları
Kollarımda sıkarak seni. “
                Elimden geldiği kadarıyla Fransız şairi Jacques Prévert’i sizlere tanıtmaya çalıştım. Ve yine yazımı şairin “Gelişi Güzel” şiirinden bir bölümle bitirmek istiyorum. Şiirinden saygıdan büyük ölçüde söz etmektedir ve beşinci satırında şöyle demektedir:

“Ayakkabıcıya çizmeden yukarısı yoksa müneccime dürbünden ilerisi, yazara da edebiyattan ötesi yok.”


Tugay Özdemir 


Kaynak: Vikipedi, Şiirler.

Ömer Seyfettin ve Hikâyeciliği


                Ömer Seyfettin Türk Edebiyatı’nın en ünlü hikâyecisidir. Sade dil akımına büyük ölçüde öncülük eden Ömer Seyfettin İstanbullu bir aileden 11 Mart 1884 yılında Gönen’de doğmuştur.
                Gönen çocukluk öykülerinde büyük yer tutmuştur. Daha sonra Gönen’i 8-9 yaşlarında bırakarak ailesiyle İstanbul’a gelmiştir. Mektebi Osmanî’sinde öğretim gördükten sonra Askeri okullara girer. 19 yaşlarında Mektebi Harbiye-i Şahane’den piyade teğmeni rütbesiyle mezun olmuştur. Seyfettin yazı hevesine de burada başlar.
                Yakorit’de iken Selanik dergilerine, takma isimle yazılar gönderir. “Yeni Lisan” hakkındaki tasarılarını bildiren ünlü mektubunu burada yazmıştır.
                1910’da askerlikten istifa etmiş ve serbest yazarlık hayatına başlamıştır. Genç Kalemlerde Gökalp’ında katılımıyla bildiğimiz “Türkçü” edebiyat cephesi kurulmuştur. Ömer, bir yandan yeni lisanın en güzel hikâyelerini verirken öte yandan Batı Taklitçisi, Türk düşmanı, kozmopolit ve mason çevrelere ateş yağdıran bir dalaşma hamlesine girişmiştir.
                Ömer Seyfettin, askeri okulda Fransızca öğrenmiş ve kendisini iyi yetiştirmiştir. Sezme, yaratma gücü itibariyle edebiyatımızın ender tanıdığı, hamleci, öncü yazarlardan biridir.
                Ömer Seyfettin sade dil savunucularının başında gelir ve Ali Canip’e yazdığı bir mektupta bunu şöyle belirtir:
“Arapça, Farsça terkiplerin hiç lüzumu yoktur. Bunlar ancak süs içindir. Kimin gösterecek, teşhir edecek bir fikri yoksa onları çok kullanmıştır. Eğer terkipler kaldırılırsa arıtmada büyük bir adım atılmış olmaz mı? Bunu yalnızca başaramam. Geliniz Canip Bey edebiyatta lisanda bir ihtilal vücuda getirelim. Ah büyük fikir, çalışma ve sebat ister.”
                İşte Ömer Seyfettin, kendinden önce bütün Tanzimatçıların düşünüp arzuladıkları fakat yapamadıkları bu fikri uygulamak niteliğini göstermiştir.

                Ömer Seyfettin öyküyle birlikte şiir, makale türlerinde de eser vermiştir. Şiirleri azdır ve bir gencin hevesinden öteye gidemez.
                Makaleleri heyecanlı, alaylı ve hislidir fakat Gökalp’ı andıran fikir sağlamlığına özenmiştir.
                Hikâyelerine gelince Türk Edebiyatı’nın en önemli temsilcisidir ve Edebiyat tarihine böyle geçmiştir. Kendisini sırf hikâyeye veren bir sanatçıdır. Onun eserlerinde Fransız üstadı Maupassant tarzı vardır ve bu tarzın Türk Edebiyatı’ndaki en önemli temsilcisidir.

                Konu bakımından hikâyelerinde giriş, düğüm ve çözüm gibi bütün ayrıntılara dikkat edilen olayları işlemiştir. Konularını aldığı konular altı bölümde incelenmiştir. Sizlere bu bölümden biraz bahsetmek istiyorum:
                a)Çocukluğundan aldığı konular: Bu konuları “Ant, Falaka, Kaşağı” hikâyelerinde görebilirsiniz.
                b)Yakorit Sınır Bölüğü ilhamlarıyla yazdıkları: Buradan ilham alarak yazdıklarını da “Bomba, Beyaz Lale, Tuhaf Bir Zulüm” hikâyeleridir.
                c)Türk savaş tarihinden çıkardığı hikâyeleridir: Bu hikâyeler çok sevilen destanî hikâyelerdir. Forsa, Vire, Başını Vermeyen Şehit, Pembe İncili Kaftan, Topuz ve Diyet hikâyeleri buna örnektir.
                d)Folklor ve Anadolu Efsanelerinden çıkardıkları: Bu hikâyeler “Yüz Akı, Üç Nasihat, Kurumuz Ağaçlar”dır. Bu hikâyeler Anadolu ve Rumeli Türkleri arasında dolaşan hikmetli kıssalardır.
                e)Bir fikri savunmak veya yermek için yazdığı hikâyelerdir: “Efruz Bey, Fon Sadriştayn’ın Oğlu, Kızılelma Neresi? , Primo-Türk Çocuğu” hikâyelerini buna örnek verebiliriz.
                f)Günlük hayattan alınmış hikâyeleri: Ömer Seyfettin’in en gerçekçi olduğu belirtilen hikâyelerdir.

                Kişiler bakımından Seyfettin’in hikâyeleri zayıf görülmüştür. Bu hüküm siyasi tarzda yazdığı öykülerde gerçek olabilir.
                Çevre bakımından İstanbul ve çevresini anlatmıştır. Yalnız şuna da değinmek gerekir ki İstanbul dışına çıkan ilk hikâyecilerimizdendir.
                Üslubu bakımından onun hikâyelerinde şunlar görülür:
v  Konuşmaların doğallık sınırını aşmaması, kişilerin, durum ve davranışlarına göre belirlenecek olması.
v  Sonuçta ortaya çıkacak olan beklenmedik durumun düğüm sürecinde okurun şöyle böyle ilgisini çekecek kimi ipuçlarıyla belirtildiği halde, yan olayla gözlenmesi.
v  Olay sergilenirken özellikle gerilim sağlayacak sözcükler kullanması.
Seyfettin “Edebiyatsız edebiyat” peşinde koşmuş. Yani süsten, şairanelikten, mecazdan, uzun cümlelerden uzak durmuştur.
                Bu yüzden birçok eleştiriye maruz kalmıştır. Hâlbuki Ahmet Mithat, Hüseyin Rahmi gibi ona da “Üslupsuz” denilmesine rağmen en çok yaşayan ve sevilen yazar olmuştur.
Hastalığı ve Vefatı        
Ömer Seyfettin’in yorgunlukla başlayan hastalığının belirtileri 1917’de ortaya çıktı. Geçen zaman içinde üyesi bulunduğu Merkez-i Umumi’den ayrıldı, evine ve yazılarına kapandı. Bu dönemde 10 kitap dolduran 125 hikâye yazdı. Hikâyeleri birçok dergide yayımlandı. 25 Şubat 1920’de hastalığı artınca 4 Mart 1920’de hastaneye kaldırıldı. 6 Mart 1920 günü burada hayata gözlerini yumdu. Ömer Seyfettin’in hikâyeleri hala birçok kişi tarafından okunmakta, hikâyeleri ve yaşamı okul kitaplarında ders olarak anlatılmaktadır. Üslubu ve yazdığı hikâyelerle kalıcı bir yazar olmayı başarmıştır.

Kaynak: Türk Edebiyatı 6.Baskı, Türk Edebiyatı Yayınları:2, Büyük Eserler Dizisi:1 syf.(82, 83, 84, 85), Çağdaş Türk Edebiyatı:2, Meşrutiyet Dönemi:2, Bilgi Yayınevi syf.(39)

26 Eylül 2011 Pazartesi

Cemal Süreya - Aşk


Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git
Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler.
Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin

Oysa Allah bilir bugün iyi uyanmıştık
Sevgideydi ilk açılışı gözlerimizin sırf onaydı
Bir kuş konmuş parmaklarıma uzun uzun ötmüştü
Bir sevişmek gelmiş bir daha gitmemişti
Yoktu dünlerde evelsi günlerdeki yoksulluğumuz
Sanki hiç olmamıştı
Oysa kalbim işte şuracıkta çarpıyordu
Şurda senin gözlerindeki bakımsız mavi, güzel laflı

                                                            İstanbullar
Şurda da etin çoğalıyordu dokundukça lafların
                                                            dünyaların
Öyle düzeltici öyle yerine getiriciydi sevmek
Ki Karaköy köprüsüne yağmur yağarken
Bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti
Çünkü iki kişiydik

Oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya
Bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamız
Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu
İki kere öpeyim desem üçün boynu bükük
Yüzünün bitip vücudunun başladığı yerde
Memelerin vardı memelerin kahramandı sonra

Sonrası iyilik güzellik.


5 Temmuz 2011 Salı

Katliam Ayı: Temmuz!

Öncelikle bu yazıyı yazmaya başlarken biraz tedirginim. Çünkü siyaset hakkında yorum yapmayı sevmiyorum. Buda biraz siyasete girecek, beni bağışlayın. Lakin her Türk'ün bilmesi gerektiğini düşünüyorum.


Temmuz 1995-İnsanlığın Öldüğü Yer: Srebrenitsa

Savaş sırasında yıkılan
bir cami ve çocuk
Irkçılığın tırmandığı yer; Avrupa'da II. Dünya Savaşı'ndan bu yana yapılan, Srebrenitsa'da en az 8300 Boşnak'ın katliama uğradığı yerdir. Srebrenitsa'da öldürülen binlerce insan sadece dinleri ve ırkları yüzünden soykırıma uğramışlardır. Bu büyük katliam Avrupa'nın ortasında gerçekleşirken Avrupa Devletleri bu olaya sadece seyirci kalmakla yetinmişlerdir.Hatta Boşnak halkın elindeki silahlar toplanarak -hedef barışa yönelik çalışma- insanlar silahsız bırakılmış ve Sırpların Srebrenitsa'ya girmesi kolaylaşmıştır. Sırplar katliam yapmakla yetinmeyip insanlık dışı olaylar sergilemişlerdir. Dahası öldürdükleri insanlar daha sonra tanınmasın diye kimlikleri alınmış cesetleri tanınmayacak hale getirilerek toplu mezarlara gömülmüşlerdir. Srebrenitsa katliamlarında birçok kadını eşsiz bırakmışlar, birçok delikanlıyı evlerinden uzağa götürüp öldürmüşlerdir. Bununla kalmayan Sırplar toplu mezarlar bulunmasın diye mezarları kilometrelerce uzağa yapmışlardır.
İşin ilginç yanı veya İlahi adalet olarak dersek daha anlamlı olur sanırım, mezarların mavi kelebekler sayesinde bulunmasıdır. Mavi kelebeklerin özelliği ise sadece toplu mezarların üzerinde açan artemis çiçeğine yönelmesidir. Mavi kelebeğin sayesinde Srebrenitsa katliamında öldürülen Boşnakların mezarlarına ulaşılmıştır. Aşağıda paylaştığım izlentide katliamın nasıl yapıldığını gösteren görüntüleri paylaşacağım.




5 Temmuz 1999-Katliamın Adı: Doğu Türkistan-Urumçi


Olaylar sırasında perişan durumda
olan Uygur halkı
Irkçılığın ve din ayrımının bir diğer adı: Urumçi. Çin ile Türkler arasında Hunlardan bu yana savaşlar olduğunu Çin'in baskısı neticesinde birçok Türk kavminin göç ettiğini biliriz. Uygurlar önceleri yerleşik yaşama geçerek Çin kültürünün etkisine girmişler, onların dini yaşamını benimsemişlerdi. Uygur Türkleri tekrar milli benliklerini kazanıp din olarak İslam'ı seçtiklerinde işler değişti ve Çin'in baskısı Uygurlar üzerinde arttı. Günümüzde de Çin'in Özerk Bölgesi olan Doğu Türkistan'da 1999 Temmuz'un da yine dünyanın seyirci kaldığı bir katliam yaşandı. Katliamda kaç kişinin öldüğü Çin'in haberleşme bağlantılarını kestiği için bilinmemekte. Ama orada yaşayanların anlattıklarına göre Çin'in yaptığı katliamda Sırpların yaptığı katliamdan farklı değildi. Katliama uğrayan halk yine açlık ve sefalet içinde bırakılmıştı. Birleşmiş Milletler asıl üyelerinden olan ve elinde reddetme hakkı bulunan Çin katliam haberlerini yalanladı.

Bu Temmuz ayında yapılan katliamlar insanlık için büyük ayıp olarak görülmelidir ki bunun yanında her fırsatta yalan yanlış soykırım haberlerinin arkasında olan büyük devletlerin bunları görmezden gelmesi onlar açısından büyük çelişki oluşturmaktadır. Ve gerek Srebrenitsa için gerek Doğu Türkistan için ağıtlar yakıldı, şiirler yazıldı, türküler bestelendi. 1995 ve 1999 katliamlarında katliama uğrayan soydaşlarımızı saygıyla anıyoruz.

24 Haziran 2011 Cuma

Yağmur | Ahmet Hamdi TANPINAR

Uyu! Gözlerinde renksiz bir perde, 
Bir parça uzaklaş kederlerinden. 
Bir ruh gülümsüyor gibi derinden, 
Mehtabın ördüğü saatler nerde? 
Varsın bahçelerde rüzgar gezinsin, 
Yağmur ince ince toprağa sinsin, 
Bir başka alemden gelmiş gibisin, 
Dalmış gözlerinle pencerelerde.

25 Mayıs 2011 Çarşamba

Renkler Herkes İçindir

Biraz önce bir sitede karşılaştığım bağlantıyı sizlerle paylaşmak istiyorum arkadaşlar. Çevremizde birçok engelli vatandaşımız var. Ben çoğu zaman kendimi onların yerine koyuyorum. Bu onların halini anlamamı sağlıyor, evet. Bu yüzden elimden gelen her şeyi yapmak istiyorum. Çoğu kişinin benim gibi düşündüğünü biliyorum yalnız bazen elimizden bir şey gelemiyor. Şimdi asıl konuya gelince burada yapabileceğimiz tek şey bir kısa filmi izlemek olacak. Bu kısa filmi izlediğimizde bir görme engelli arkadaşımız özel bir yazılıma ücretsiz sahip oluyor. Biliyorum her gün onlarca izlenti izliyoruz. Vaktinizin kısa bir bölümünü bu film için ayırır ve bağlantıyı paylaşırsanız sayenizde birçok görme engelli insan renklere kavuşabilecek!
İzlenti İçin: http://www.renklerherkesicindir.com/

21 Mayıs 2011 Cumartesi

Barış Manço - Ne Ola Yar Ola


Göklerden daha mavi denizlerden daha derin topraktan güzel kokan ne ola
Rüzgardan daha serin başaklardan daha nazlı ay ışığından ılık ne ola
Ahu gibi gözleri baktıkça yürek yakan yar ola
Cennet bahçesi kokan göğsünde çiçek açan yar ola

Damla damla yağmurdan boynu bükük çiçeklerden daha hüzün verici ne ola
Sonbahar yaprağından hele akşam güneşinden daha içimi burkan ne ola
Buğulu gözleriyle yollarımı bekleyen yar ola
Islak dudaklarından bir garip türküsüyle yar ola

Göç eden kuşlar gibi gidip gelir umutlarım umudun ötesinde ne ola
Göç eden kuşlar gibi gidip gelir umutlarım umudun ötesinde ne ola
Nefesimde yaşayan sıcaklığı paylaşan yar ola
Yaşam denen uykudan uyanmasını bilen yar ola

11 Mayıs 2011 Çarşamba

Ah, ben uykudayken sen başucuma gelsen!

Ah, ben uykudayken sen başucuma gelsen,
Petrarca'yı ziyaret ettiği gibi Laura'nın,*
Değse bana nefesin tam yanımdan geçerken,
İşte o zaman birden
Aralanır dudağım!
Kaç zamandır tutsağı karanlık bir hayalin,
Bitmeli mi bu rüya? Şu kederli yüzüme,
Bir yıldız gibi doğsun senin o gözlerin,
İşte o an düşlerim
Aydınlanacak yine!
Bir kıvılcımın uçuştuğu dudaklarıma
Tanrı'nın arıttığı o aşk parıltılarına,
Bir öpücük kondur, melekten kadına dön,
Ah o zaman ruhum
Uyanır uykusundan!
                                    Victor Hugo


*
İtalyan ozanı Petrarca (1304-74) şiirlerinden birinde ölümünden sonra şiirlerinin kadın kahramanı Laura tarafından mezarının ziyaret edildiğini düşler.

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Giden Gelse Dedem Gelirdi.

Çoğu insan kaybettiği bir nesne için çok üzülür, kendini harap eder. Bazen bu nesneyi kaybetmenin verdiği mutsuzlukla çağın hastalığı olarak nitelendirilen depresyona girebilir. Bu bazen sadece bir nesne ile sınırlı kalmayabilir. İnsan sevgilisinden ayrıldığında daha çok üzüntü yaşayabilir. Ruhsal durumu güçlü olan insanlar bu sıkıntıdan hemen kurtulabilir fakat duygusal yönden zayıf insanlar için bu büyük bir sorundur. Asıl konu şu ki insanlar bu durumdan neden kurtulmak istemezler? Bastırma güdüleri neden etkin değildir? Kim bilir belki bu acıyla yaşadıklarında daha mutlu oluyorlardır. Elbette giden bir şeyin gelmesi olanaksızdır. Zor olsa bile bu durumu unutmaya çalışarak, kendimizi mutlu hissedeceğimiz bir alana yönelmemiz gerekir. Çünkü ne kadar üzülsek de gidenin gelmeyeceği apaçık ortadadır. Bu yüzden atalarımız durumu yaşamışlar ve "Giden gelse dedem gelirdi." sözüyle durumu özetlemişlerdir.

Popüler Yayınlar